top of page

Hepimiz Birdik Bir Zamanlar

  • Yazarın fotoğrafı: Burcu baş
    Burcu baş
  • 5 Nis
  • 3 dakikada okunur

Pontus Ayaklanması'nın Gölgeleri


Karadeniz’in sisli kıyılarında, bir asır önce, komşular birbirine düşman kesildiğinde yüreklerde derin yaralar açıldı. Türk, Rum, Laz, Çerkes, Kürt – bir zamanlar aynı tarlada ekin biçen, aynı sofrada ekmeğini paylaşan insanlar – savaş rüzgârıyla karşı cephelere savruldu. 1919’dan itibaren Pontus Ayaklanması diye anılan o karanlık günlerde, evler ateşe verildi, ocaklar söndü. Çatışmaların neticesinde yüz binlerce insan hayatını kaybetti ya da yurdundan, kök saldığı topraklardan koparıldı​.


Hem Rum hem Türk analar, farklı dillerde aynı ağıtı yakıyordu: Evladını yitiren her anne, dilinden bağımsız, aynı acının çığlığını atar.


Bu isyan ve bastırma sürecinde kayıplar iki taraflıydı. Yunan çetelerin saldırısına uğrayan Müslüman köylerinde de ağıtlar yükseldi; intikam için basılan Rum köylerinde de. İnsan insana kıydı, komşu komşuya düşman oldu. 1923’te Lozan Antlaşması’yla nüfus mübadelesi kararı alındığında, gazeteler Pontus’taki Rumların “kendi vatanlarına geri döndüğünü” yazıyordu – oysa 3000 yıldır kendi vatanları Karadeniz kıyıları değil miydi?​


 Bu sözde dönüş, aslında kadim bir halkın yerinden edilmesi demekti. Bir zamanlar bir olanlar, sınır çizgileriyle ayrıldı; geriye duvarlarla bölünmüş anılar kaldı.



Hafıza: Nesiller Boyu Taşınan Yük

Savaşın ardından gelen barış yılları her şeyi unutturur gibi yaptı. Fakat unutulan, gerçekten yok olmuş mudur? Pontus’ta yaşananlar uzun süre açıkça konuşulmadı. Türkiye’de de Yunanistan’da da aileler acı dolu hatıraları içlerine gömüp sustular; dedeler ve nineler “o zor zamanları” anlatamadan göçüp gitti. Ama bu sessizlik unutmak değildi – bastırılmış hafıza bitmeyen bir yas olarak kalplere yerleşti. Bir nesil acıyı dile getiremese de, sonraki nesil rüyalarında o acının izlerini gördü. Gece yarısı sebepsiz korkularla uyanan, yüreğinde tarif edemediği bir hüzün taşıyan gençler vardı. Atalarının travması sanki kan bağıyla onlara da geçmişti. Bazen Trabzon’dan kopup Atina’ya giden bir Rum ailenin torunu, hiç görmediği Karadeniz’e karşı tarif edilmez bir özlem duyar; dedelerinin masallarında kalan yeşil dağlar, mavi sular onun rüyalarına sızar.

Toplumsal acılar kuşaklar boyu taşınan bir yüktür. Farklı kimliklerden olsak da, hepimiz geçmişte benzer yaralar aldık ve bu yaraların hatırası bugün hâlâ bizimle. Laz balıkçının hüzünlü şarkısında, Çerkes sürgününün masalında, Kürt dengbêjinin stranında aynı kederin tınısı duyulur. Diller farklı olsa da duygular ortaktır; hepsinin temelinde yurtlarından koparılmanın, sevdiklerini yitirmenin acısı yatar. Bu ortak acıyı görmezden gelmek, geçmişimize de geleceğimize de haksızlık olur. Ortak belleğimiz bizi bir arada tutacak en güçlü bağdır, yeter ki onu inkâr etmeyelim.


Dünün İzleri Bugünün Dünyasında


“Tarih tekerrür eder” derler; insanlık ders almadıkça aynı acıları yeniden yaşar. Bugün Ukrayna’da bombalardan kaçan bir aile, tıpkı yüz yıl önce Karadeniz dağlarında canını kurtarmaya çalışan bir ailenin çaresizliğini yaşıyor. İsrail’de ve Filistin’de kuşaklar boyunca süren bir korku ve öfke döngüsü var – ataların travmaları çocukların kaderine dönüşüyor. Bir yerde sirenler çalarken, başka bir yerde ağıtlar dinmiyor. Coğrafyalar farklı olsa da kaybedilen bir evladın acısı her dilde aynı yakıyor, yitirilen yuvaların özlemi her halkın yüreğinde aynı boşluğu bırakıyor.

Pontus Ayaklanması’nın anıları bugünün dünyasına evrensel bir ders niteliğinde. 20. yüzyılın başında Türk ve Rum halklarının yaşadığı ortak ıstırap, bugün başka topraklarda farklı isimler altında tekrarlanıyor. Dün Trabzon dağlarında saklanan korku, bugün Gazze’de bir çocuğun rüyasını bölüyor. Geçmiş acılar bugüne ışık tutarsa, belki yarın yeni acılar önlenebilir. Ama bunun için önce görmek, anlamak lazım: Başkalarının acısını da kendi acımız gibi hissetmek lazım.


Empatiye, Barışa ve Kollektife Çağrı


“Hepimiz birdik bir zamanlar.” Bu söz nostaljik bir hayal değil; üzerinde düşünmemiz gereken bir gerçek. Farklı kimliklere rağmen acıyı ve sevinci paylaşabilen insanlar, ortak bir insanlık ailesiydi. Eğer ortak belleğimizi sahiplenir, geçmişte yaşananları inkâr etmeden birbirimizin yaralarını sarabilirsek, o birliği yeniden yakalayabiliriz. Çünkü Türk’ün, Rum’un, Laz’ın, Çerkes’in, Kürt’ün acısı aslında insanlığın acısıdır.

Şimdi bizi ayrıştıran duvarları yıkmak için empati zamanıdır. Tarihin acı sayfalarını dürüstçe anmak, kayıplarımızın yasını birlikte tutmak zamanıdır. Ancak o zaman barış gerçek ve kalıcı olabilir. Gelin, dedelerimizin hikâyelerini birlikte dinleyelim; acılarımızı yarıştırmak yerine birleştirelim. Geçmişimizin hayaletlerinden korkmayalım, onlarla yüzleşip anlayalım ki geleceği barış içinde inşa edebilelim. Unutmayalım: Empati en güçlü köprüdür; barış ise ortak acılardan filizlenen bir çiçektir.


Kaynakça: tr.wikipedia.org


Burcu Baş

 
 
 

Comments


bottom of page